Geçmiş dönemde Yeni Cami helaları önünde ihtiyacı olanlara parayla su satan ibrikçiler varmış. Bizim eleman da orada kendine bir yer bulup, ibrikçiliğe başlamış. Ancak ayrı ayrı renklere boyamış her ibriği; Örneğin birini sarıya, ötekini maviye, üçüncüsünü kırmızıya…
Sıkışanlar hızlıca önüne gelip ibriklerden birine uzandılar mı, oturduğu yerden;
– Bırak onu sarıyı al, dermiş…
Sarıyı alan olursa;
– Bırak onu, maviyi al…
Adamın birisi de sormuş;
-Yahu bunların hepsinde su yok mu?
-Evet hepsinde su var, cevabını almış.
-Peki neden aldığım ibriği bıraktırdın? Diye sorunca adam;
-Yetkimizi kullandık kardeşim diye cevap vermiş…
Eski İstanbullular bu hikâyeden kinaye, ona buna gereksiz yere kumanda etmeye kalkanlara “İbrikçi başılık ediyor”, derlerdi.
Küçük ve ezik yönetici profillerinde çok rastlanır bu duyguya. Ellerine fırsat geçti mi, önemlerini kanıtlamak için yapmadıkları densizlik kalmaz.
Çevrenizde çok vardır böyle profillerden. Alt kademelerde, üst kademelerde, her yerde. Sanırım en geniş tutku, kişilik tutkusudur bizim toplumda. Kişilik sahibi olmak, kişilik sahibi olduğunu göstermek, kişiliğini kanıtlamak; gerilmiş dudaklarda, sert bakışlarda, çatık kaşlarda yalazlanır durur…
Bir çilesi, bir endişesi, bir yaşam ırmağı olmayanlar, kendi kuruluklarının odunluğunda insanlık dışı davranışlardan medet umarlar. Ve daha olmazsa kenefe çevirdikleri hayatların önünde taharet suyu satarak ibrikçibaşılık ederler…