Her tavrın bir zerafeti vardır; oturmanın, kalkmanın, eşyaya bakmanın… Gönüllerdeki zerafet dışa yansıdıkca hayat güzelleşir.
Bir zarif adam dedi ki: “Çocukluğumu hatırlarım, biraz hızlı yürüsem, ayağımı yere vurarak bassam; kızarak, parlayarak değil; inandırarak, anlatarak:”Her şeyin bir canı var yavrum, tahta incinmez mi? Bizi üstünde gezdiriyor, bizim de ona hürmet etmemiz gerekmez mi?” derlerdi.
Bardağı yere koyarken ses çıkarmak ayıptı. Bardak ve konulduğu yer incinmemeliydi…
Uyandırılmak istenen kişinin yastığına hafifçe vurularak : “Âgâh ol erenler!” denilirdi.
“Ben” diye konuşulmaz,“fakir” ifadesi kullanılırdı. Şayet ağızdan “ben” sözü kaçsa derhal ilave edilirdi “Benliğime lanet!”…
Gelen misafirin ayakkabıları içeri doğru çevrilirdi. Kapıya doğru çevirmek,bir daha gelme, demekti.İçeri dönük ayakkabılarını giyen misafir, evdekilere arkasını çevirmeden giyer ve kapıdan çıkardı….
“Kapıyı kapat!”denilmezdi Allah (CC) kimsenin kapısını kapatmasın diye,“Kapıyı ört, ya da, sırla” denirdi.
“Lambayı söndür” denilmezdi Allah (CC ) kimsenin ışığını söndürmesin diye,“Lambayı dinlendir” denirdi. Lamba yakılmaz, uyandırılırdı…
Yolda karşılaşanlar temenna ederlerken el kalbe götürüldüğünde “muhabbetin yüreğimde”, dudağa götürüldüğünde “yâdın dilimde”, başa götürüldüğünde “başımın üstünde yerin var” denilmek istenirdi…
Canlı cansız her şeyin bir hatırı vardı eskiden.
Peygamber efendimiz ( S.A.V.) in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda “Haddi aştık” derlerdi…
Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi…
Nereden nereye? Kendimize yabancılaştık, nezaketin, güzel ahlakın, öz sevginin, hakiki saygının dünyayı unutur olduk…
Bu şuurda Müslümanlar olmak ve yetiştirmek temennisiyle günümüz mübarek ola…